Bir Sayının Ağırlığı
Bir insan, tarihsel bir olaya bakarken ilk olarak ne sorar: “Ne oldu?” mu, yoksa “Kaç kişi öldü?” mü? Güç ilişkileri ve toplumsal düzen üzerine düşünen herhangi biri için bu iki soru birbirinden ayrılamaz. 1974 Kıbrıs bağlamında “kaç Rum öldü?” sorusu, basit bir aritmetik merak değil; iktidarın, kurumların ve ideolojilerin sayılar üzerinden nasıl konuştuğunu anlamaya yönelik siyasal bir giriş kapısıdır. Çünkü sayılar masum değildir: Kimi zaman acıyı görünür kılar, kimi zaman da onu yönetilebilir bir istatistiğe indirger.
1974 ve Siyasal Bağlam
İktidar Mücadeleleri ve Kurumsal Çöküş
1974, Kıbrıs’ta yalnızca askeri bir dönemeç değil; aynı zamanda kurumsal düzenin kırıldığı bir yıldır. Darbe, müdahale, yerinden edilme ve zorla göç, siyasal iktidarın kimde olduğu kadar, kimin yurttaş sayıldığı sorusunu da yeniden gündeme getirmiştir. Bu bağlamda Rum sivillerin ölümü, devlet kapasitesinin zayıfladığı ve silahlı aktörlerin öne çıktığı bir ortamda gerçekleşmiştir.
Siyaset bilimi literatüründe bu tür dönemler “olağanüstü siyaset” olarak tanımlanır. Carl Schmitt’in ifadesiyle egemen, istisna hâline karar verendir. 1974’te istisna hâli, yaşam ve ölüm üzerinde doğrudan sonuçlar üretmiştir.
“Kaç Kişi?” Sorusu Neden Zor?
1974’te kaç Rum’un öldüğü sorusuna tek ve kesin bir yanıt yoktur. Bunun nedeni yalnızca aradan geçen zaman değil; kayıt tutan kurumların parçalanması, taraflı anlatılar ve “kayıp” kategorisinin siyasal olarak muğlak bırakılmasıdır. Bir kısım kaynaklar yüzlerle ifade edilen sivil ölümlerden söz ederken, başka anlatılar binlere varan kayıpları ima eder. Burada siyaset biliminin temel sorusu devreye girer: Hangi kurum, hangi sayıyı meşru kılar?
Meşruiyet ve Sayıların Siyaseti
Devlet, İstatistik ve Hakikat
Modern devlet, Max Weber’in de işaret ettiği gibi, meşru şiddet tekeline olduğu kadar meşru bilgi üretimine de taliptir. Ölü sayıları bu bilginin en hassas alanlarından biridir. 1974 sonrasında Rum ölümlerine dair rakamlar, uluslararası örgütler, ulusal hükümetler ve sivil toplum arasında sürekli müzakere edilmiştir.
Bu noktada Hannah Arendt’in “hakikat ile siyaset arasındaki gerilim” tespiti anlam kazanır. Sayılar, gerçeği temsil etmekten çok, belirli bir siyasal anlatıyı desteklemek üzere dolaşıma girebilir. Bir rakamın düşük tutulması, sorumluluğu azaltırken; yüksek tutulması mağduriyet siyasetini güçlendirebilir.
Karşılaştırmalı Bir Bakış
Bosna, Lübnan ya da Kuzey İrlanda örneklerinde de benzer bir durum görülür: Çatışma sonrası toplumlarda “kaç kişi öldü?” sorusu, uzlaşmadan önce değil, uzlaşmanın kendisi olarak tartışılır. Kıbrıs’ta Rum ölümleri meselesi de bu karşılaştırmalı çerçevede ele alındığında, sayıların donmuş değil, siyasal süreçlerle değişken olduğu görülür.
İdeolojiler ve Anlatı İnşası
Ulusal Anlatılar
Her ideoloji, ölümü anlamlandırma biçimi üretir. Milliyetçi anlatılar, ölen Rumları “ulusun şehitleri” olarak konumlandırabilirken; daha eleştirel yaklaşımlar sivilliği ve masumiyeti öne çıkarır. Bu fark, yalnızca dilsel değil; yurttaşlık anlayışını da belirler.
Yurttaş, burada yalnızca hayatta olan bir özne değil; ölümü bile politik anlam taşıyan bir figürdür. 1974’te ölen Rumların kaçının “sivil” olarak tanındığı, ideolojik tercihlerle yakından ilişkilidir.
Güncel Siyasal Tartışmalarla Bağlantı
Bugün dünyada Gazze’den Ukrayna’ya kadar pek çok çatışmada ölü sayıları üzerinden benzer tartışmalar yaşanıyor. Hangi kaynağın güvenilir olduğu, kimin sayısının medyada yer bulduğu, siyasal güç dengeleriyle belirleniyor. 1974 Rum ölümleri meselesi, bu güncel tartışmaların erken bir örneği olarak okunabilir.
Yurttaşlık, katılım ve Hafıza
Kim Yas Tutar?
Yurttaşlık, yalnızca oy verme ya da hak talep etme değil; kolektif hafızaya katılma biçimidir. 1974’te ölen Rumların sayısı etrafındaki belirsizlik, kimin yas tutma hakkına sahip olduğu sorusunu da beraberinde getirir. Resmî rakamlar, bazı ölümleri görünür kılarken, bazılarını sessizliğe iter.
Demokrasi ve Hesap Verebilirlik
Demokratik rejimlerde ölü sayıları, hesap verebilirliğin temel göstergelerindendir. Ancak geçiş dönemi adaleti literatürü bize şunu öğretir: Demokrasiye geçiş, her zaman tam bir sayım getirmez. Kıbrıs örneğinde de Rum ölümlerinin sayısı, demokratikleşme süreçlerinin eksikliğiyle doğrudan bağlantılıdır.
Kişisel Bir Değerlendirme: Sayıların Ötesinde
Bir insan, 1974’te kaç Rum’un öldüğünü sorduğunda, belki de şunu demek ister: “Bu acı ne kadar büyüktü?” Fakat siyaset bilimi bize acının büyüklüğünün sayıyla tam örtüşmediğini söyler. Yine de sayılardan vazgeçemeyiz; çünkü iktidar, tam da bu alanda denetlenir.
Kendi adıma, kesin bir rakamdan çok, rakamların neden bu kadar tartışmalı olduğunu anlamanın daha öğretici olduğunu düşünüyorum. Bu belirsizlik, bizi edilgen bir bilgi tüketicisinden, aktif bir yurttaşlığa çağırır.
Sonuç: Provokatif Sorular
1974’te kaç Rum öldü? Bu soruyu bir kez daha soralım ama yanına yenilerini ekleyelim: Bu sayıyı kim belirliyor? Hangi kurumlar bu belirlemede söz sahibi? Ve en önemlisi, bu sayılar bugün hangi siyasal pozisyonları meşrulaştırmak için kullanılıyor?
Belki de gerçek demokratik meşruiyet, kesin rakamlar sunabilmekten değil; belirsizlikle dürüstçe yüzleşebilmekten geçer. Okuyucuya kalan soru şudur: Eğer sayılar bile siyasiyse, biz yurttaşlar olarak bu siyasete ne kadar katılım göstereceğiz?